Mersinin Yöresel Kıyafetleri

Mersinin Yöresel Kıyafetleri

Mersin Yöresi Halk Oyunları yüz yılların geleneği inceliktendir. Üç etek denilen üç peşli bir “zıbın” ve ipekli kutnudan gömlek giyerler. Gümüş (zincirli) allı yeşilli mevlâna sarıkları sararlar. Ayaklarında yollu çekiler (şalvarlar) bulunur. Yüzyıl önceki kalkık burunlu yemeniler (papuçlar) giyilir. ErkeklerMersin Yöresi Halk Oyunları gâh zıbınMersin Yöresi Halk Oyunları gâh şalvar giyerler. Üzerine Trablus kuşak bağlarlar. Ayakta kara köseleden ve inceMersin Yöresi Halk Oyunları bağlamalı mest bulunur. Başa puşu sarılır.

 Mersin’de giyim, kuşam,süslenme
Yörenin
giyim kuşamında, öteden beri değişik etkiler görülmüştür. Ekonomik durum, etnik
ayrılık, doğa koşulları başlıcalarıdır. Yöre nüfusunun büyük bölümünü oluşturan
Yörükler yaşamın her alanında ve giyim kuşamda geleneksel özelliklerini büyük
ölçüde korumaktadırlar.

Kadın giyimleri

Baş
Kadınlar başına dokuma
kumaştan veya keçe’den yapılmış fes giyerler. Ön tarafı gök boncuklar ve altın
pullarla süslüdür. Fesin alt kısmına alınlık dikilir veya bağlanır. Süslü ve
altınlıdır. Kadının evli, bekar veya dul olduğu buradaki altınlardan
anlaşılabilir. Gelinlerde sıra altınlar vardır. Genç kızlarda oyalar yer
alır.Yaşlılarda ise altın dizileri olabileceği gibi gümüş dizilere de yer
verilebilir. Fesin üstüne oyalı yazma örtülür.
İç giyim
Çiğ
iplikten, culfallık denilen dokuma tezgahında iç göyneği dokunur. Bej, krem veya
beyaz renkte olur. Yaka kısmı göğüse kadar açık ve düğmelidir. Yaka kısmının
kenarları “yanış”larla (nakış) işlenmiştir. Boyu diz üzerine gelecek şekildedir.
Belden dize kadar olan kısım çeşitli desende ve renkte yanışlarla
işlenmiştir.
Üç Etek
Meydani, Altıparmak ve Kemha denilen
kumaşlardan yapılır. Uzun kolludur. Üçetek adı, bu giysinin belden aşağı olan
kısmının 3 parçadan oluşmasından kaynaklanır. İç göyneğinin üstüne
giyilir.
Trablus (Darabulus) Kuşak
Deniz yoluyla ve Göksu Irmağı
vasıtasıyla bölgeye ticaret malı getirip götüren Arap, Beyrut ve Trabluslu
tüccarlar tarafından getirilmiştir. İpek böcekçiliği sayesinde bölge kültürü
üslubu içerisinde günlük yaşama geçirilmiştir. Renkli ipekten dokunur, uçları
püsküllüdür ve üç eteğin üzerine bele bağlanır.
Bağcak
Keçi
kılından yapılmış değişik renkteki ipliklerden örülür. Uç kısımları püsküllü ve
boncuklarla süslüdür. Bele darabulus kuşağın üzerine, sarılarak uçları arka
kısma sarkıtılır.
Cepken (Salta)
Kadife üzerine renkli sim
işlemelidir. Önü açık ve kısadır, uzun kolludur.
Çorap
Kuzu
yününden ağaç millerle örülür, genellikle beyaz ve krem renklidir, desenli
olanlar da kullanılır.
Edik
Üstü sığır derisi altı köseledir.
Tamamen el işçiliği ile yapılır. Genellikle kırmızı ve sarı renktedir.

Erkek Giysileri

Hoka (Başlık)
Kuzu yününden örülür. Orta kısmı başa geçecek
şekildedir, uzun iki ucu vardır. Uçlar, soğuk havalarda boyuna dolanarak
soğuktan korur. Genellikle krem veya beyaz renktedir.
Kıl
Haba
Kuzuların güz yününden dokunur. Bu kumaşa “şayak”denir. Şayak yün
ile tepilerek kalınlaştırılır. Elde edilen tepme şayaktan haba dikilir. Bu
habaya ”beynamaz habası” diyenler de vardır. Yakasızdır. Kol altı kol yenine
kadar yırtıktır. Yenler kıl iplerle bağlanır. Namaz için abdest alırken çıkarma
kolaylığı sağlasın diye böyle yapılmıştır.
Şalvar
Kıl habanın
kumaşından dikilir. Kalça kısmı geniş, paçalara doğru daralma görülür. Bel göklü
bükme ve alacadan kesilmiş uçkurlarla bağlanır.
Gömlek
Çiğ pamuk
ipliğinden çulfallık denilen dokuma tezgahlarında, beyaz ya da krem üzerine sarı
veya mavi çizgili dokunur. Sarı çizgili olanlara “İpekli Bükme” mavi çizgili
olanlara “Göklü Bükme” denir. Yaka kısmı “hakim yaka”
dır..
Kuşak
Beyaz kuzu yününden örülür. Uçları püsküllü olup
şalvarın üzerinden bele sarılır, bir ucu sağ taraftan aşağıya doğru
sarkıtılır.
Çorap
Beyaz kuzu yününden tek bir ağaç mil ile örülür.
Üst kısmında siyah ve kahverengi renklerde desenler işlenmiştir. Diz altına
kadar şalvarın üzerinden çekilerek uçları ponponlu iplerle bacağa
bağlanır.

SÜSLENME VE SÜS MALZEMELERİ
Süsleme işi çok pratik ve
basittir. Gözlere, sürme çekilir; kaşlara rastık sürülür; ellere kına yakılır.
Saçlar herhangi bir yağla yağlanıp parlatılır.
BUY (KOKU):
(Trigonella faenum-greacum) dağlarda yabani olarak yetişen, baklagillerden
Fasıl’a benzer bir bitkinin tohumudur. Haziran ayında olgunlaşan bitkinin
tohumlarını bazı meraklı genç kız ve kadınlar toplayıp ipliğe dizerek kolye gibi
boyunlarına asarlar. Devamlı kokar. Kendine özgü hoşa giden bir kokusu
vardır.
SÜRME: Çıra parçaları toplanıp ateşlenir, bir bakır tabağın ters
tarafı yanan çıranın alevine tutulur. Çıranın tabağa iyice sıvanan isi tabaktan
başka bir kap içerisine sıyrılarak alınır, üzerine bir parça tuzsuz tereyağı
veya bir iki damla zeytinyağı damlatılıp iyice karıştırılır. Sürmedenliklere
konulup muhafaza edilir. İçine de kibrit çöpü boyunca bir süpürge çöpü parçası
bırakılır. Göze sürme çekileceğinde o çöple çekilir.
RASTIK: Kaşları
boyamakta kullanılır. Rastıktaşı denen bir madde iyice dövülerek toz haline
getirilip biraz su ile karıştırılır, macun kıvamında kaşlara tatbik edilir. Buna
“rastık yakma” denir. Rastık yakıldıktan sonra bir müddet (15 dakika kadar)
beklenir, yıkanarak temizlenir. Kaşlar parlak siyah bir renk alır. Uzun müddet
solmaz.
KINA: Meşhurdur. Çok eski zamanlardan beri bilindiğine dair
notlar bulunmaktadır. Akdeniz sahillerimizde yabani olarak yetişir “Kına” denen
bir ağaççığın yaprakları toplanıp kurutulur, dövülerek toz haline getirilir.
Kullanılacağı zaman bir kap içerisinde biraz su ile karıştırılır, boyanması
istenen yere (el, ayak, saç gibi) tatbik edilip sarılır. Buna, “kına yakma”
denir, kına yakıldıktan sonra birkaç saat beklenir, yıkanarak temizlenir. Siyaha
yakın kırmızı bir renk bırakır. Yıkamakla solmaz.
İNANMALAR: Baharda
budanan bağ uçları ağlayıp gözyaşları dökmeye başlayınca Yörük kadınları budanan
bağ uçlarının altına kaplarını koyarlar. Damlayan suları toplayarak bu suyla
saçlarına yuyarlar; bağ suyuyla yıkanan saçların asma dalları, sürgünleri gibi
uzun, gür olacağına inanırlar .
DÜĞÜN TÖRELERİ: Çevrede düğünler
genellikle hasattan sonra yapıldığı için köyde hasat şenliğinin de havasını
verir. Bu yönüyle düğünler köy halkının tamamını ilgilendiren bir toplum
olayıdır. Düğünler haftanın iki bölümünde yapılır. Pazartesi başlayan Perşembe,
Perşembe günü başlayan da Pazar günü biter. Yani gerdeğe girme gecesi pazartesi
veya Cuma gecesine rastlar.
Düğüne davetler yapılır. Buna OKUNTU denir.
Düğüne davet edilen kişiye mendil, çevre, çorap gibi el işlemeleri gönderilir.

BAYRAK: Düğün arifesinde oğlan evinin damına bir bayrak dikilir. Bu
dışarıdan gelecekler için düğün evinin bulunduğu yeri gösterir. Bayrak direğinin
tepesine mevsimine göre bir meyve dikilir..
TOMGAVİT: Yaşamakta olan
bu kelime, oğlan evinden kız evine yiyecek ve sergi eşyası götürülmesi
anlamındadır. Düğünde kız evinin misafirlere ikram edeceği yiyecek maddelerinin
tamamı oğlan evinden (kılıf yengesi) denen yengeler vasıtasıyla götürülür. Aynı
gün köyün delikanlıları topluca dağa gider ve düğünde kullanılacak odunları
kesip getirirler.
DÜĞÜN YEMEĞİ: Düğünde yemek olarak (döğme) denilen
kabuğu kavlatılmış buğdaydan yapılan (keşkek), soğanla yapılan (yahni) baş yeri
işgal eder. Buğdayın kabuğunun kavlatılması da yine köy delikanlıları tarafından
topluca yapılır. Kız evinin önünde veya yakınındaki dibek taşına konan
ıslatılmış buğday karşılıklı iki delikanlının kullandığı (solgu) taşlarıyla
dövülür. Dövme süresince de çalgı devam eder. Bu tören delikanlılar için aynı
zamanda bir nevi kuvvet gösterisidir. Zira yorulmadan en çok solgu sallayabilen
delikanlının seyircisi köyün genç kızlarıdır.
KINA GECESİ: Düğünün iki
gecesi kına gecesidir. Kız evindekine küçük, oğlan evindekine de büyük kına
denir. Kız evindeki kına biraz da olsa hüzün havası verir ve sadece kızın
akrabaları arasında yapılır.
Oğlan evindeki (büyük kına) düğünün ağırlığını
taşır. Çalgı ile kız evinden etrafı mumlarla süslenmiş tepsi içinde getirilen
kına, odanın ortasında yan yana oturtulmuş güveyle sağdıcın eline yakılır. Bu
merasim sırasında dua edilir.
Kına sırasında bir de meydan cümbüşü kurulur.
Ortaya yakılmış ateş başında oyunlar oynanır, güreş yapılır ve geç saatlere
kadar sürer. Güreşte belli bir kaide yoktur. Karakucak güreşi karakterinde önce
küçük çocuklardan başlanır ve güreşe çıkan sırtı yere gelinceye kadar güreşe
devam eder.
TIRAŞ: Gelinin ineceği günün sabahı tıraş düğünü kurulur. Önce
güveyinin arkadaşları, en son da sağdıçla güveyi tıraş olur.
GELİN
ALMA: Tıraştan sonra damatla sağdıcın dışında topluca kız evine gidilir.
Gelin hazırlanırken oğlan evinden gelenler cirit oynar.
Kız hazırlandıktan
sonra babası veya baba yerine en yakın büyüğü beline bir kırmızı kuşak bağlar.
Bu kuşak besmele çekilerek üç kere bağlanır gibi yapılır ve bırakılır ve
üçüncüsünde bağlanır. Bu kuşak kız tarafından ilk çocuğu oluncaya kadar
saklanır.
Oğlan evinin önüne gelen gelinin başına, güvey ve sağdıç tarafından
üzüm, leblebi ve para atılır. Bunun bereket getireceğine inanılır. Attan
indirilen geline eşikte su dolu helke teptirilir, kayınvalide tarafından geline
tam eşikte bir çivi çaktırılır. Çivi gibi evde otursun diye. Gelin de birlikte
getirdiği bal veya pekmezi parmağını batırarak kayınvalidenin eteğine
sürer.
Zifaf odasına giren gelin elindeki narı süratle yere çarpar.
Parçalanan nardan dağılan danelerin eve bereket getireceğine inanılır.
Gelin
indikten sonra çalgı susar ve bir daha çalınmaz. Gerdek gecesi gelinin
bakireliğine işaret olarak sağdıç tarafından bir el silah atılır. Silahtan sonra
gelinle birlikte gelen kızın yakını gönül huzuru içinde eve döner.
Şimdi
sosyal yapıdaki süratli değişmeyle ekonomik şartlar, toplumun diğer yönlerinde
olduğu gibi düğdün geleneğini de büyük çapta etkilemiştir

SÖZLÜ
EDEBİYAT GELENEĞİ
KARACAOĞLAN: Karacaoğlan, Türk Milleti’nin en
şöhretli ozanıdır. Çünkü O’nun şöhreti Türkiye sınırlarını aşarak Avrupa’ya ve
Asya’ya yayılmıştır. Bu nedenledir ki musikinin hangi türüyle uğraşmakta olursa
olsun, bütün bestekarlar, Karacaoğlan’ın şiirlerini besteleme yarışına
girmişlerdir. Halen Türk Halk Müziği, Türk Sanat Müziği, Hafif Türk Müziği,
Tasavvuf Musikisi ve hatta Klasik Batı Müziği dallarında uğraş veren
sanatçıların hepsinin repertuarında Karacaoğlan vardır.
Mut ilçemiz, yıllar
önce, Karacaoğlan konusunda en etkili ve gerçekçi çalışmalar yapmış ve
Karacaoğlan’ın mezarını Mut’ta olduğunu kanıtlamıştır. 1962’de başlatılan
Karacaoğlan’la ilgili düzenlemelerin içerisinde, ulusal ve uluslararası seviyede
22 defa da bilimsel kongre sempozyum yapılmıştır. Bunların en önemlisi 1975
yılında Ankara ve İstanbul’da gerçekleştirilen uluslar arası Karacaoğlan
Seminerleri’dir. Zira o tarihte, bütün Mut adeta seferber olmuş Ankara ve
İstanbul’daki etkinliklerle, Mut Türkmen – Türk kültürünü bütün dünyaya
öncelikle de Türkiye’ye tanıtılmıştır. Karacaoğlan’ın bir dörtlüğü ise
şöyledir:
Ala gözlerini sevdiğim dilber,
Şu gelip geçtiğin yerler
öğünsün,
Kadir Mevlam seni öğmüş, yaratmış;
Nasibi olduğun kullar
öğünsün.
Mersin’in yetiştirdiği daha pek çok halk ozanı bulunmaktadır. Bunlar
arasında AŞIK HÜSEYIN; Mut”un Köprübaşı köyündendir, KARA FEYZI; Mut’un Hocalı
köyünündendir, NATUVANI; Natuvani hakkında Mersinli olmasından başka bir
bilgimiz yoktur SERDARI; Gülnar’ın Zeyne kasabasındandır, İRFANİ; Halk arasında
“Urfani”diye anılır. Doğum-ölüm tarihlerini bilmiyoruz. Ancak 19. yy’da
düzenlenmiş cönklerde şiirlerini görebildiğimize göre 19. yy. ozanı olduğu
sanılmaktadır.

DEYİŞ-DEYİŞETLER:
Sözlü edebiyat geleneğimizin
kök derinliği yönünden en eski unsuru sayabileceğimiz ATASÖZLERİ ve DEYİŞLER;
dil yapısındaki yüzyılların bozamadığı arılık, kullanış yaygınlığı gibi özelliği
yanında, zaman içinde sürekli üreyen bir niteliğe de sahiptir. Akan zaman ve
değişen sosyal yapı içinde maddi ve manevi birçok folklor ürünü eriyip gider, en
azından nitelik değiştirirken; Atasözleri ve deyimler özünü, arılığını,
aktüelliğini korumakta, sosyal değişimlerin getirdiği değer yargılarıyla yeniden
malzeme kazanıp zenginleşmektedir.
Masal geleneğimizi besleyen sosyal yapı
değiştiği, hatta Anadolu’nun bazı bölgeleri hariç tamamen ortadan kalktığı için
yeni ürünler bekleyemiyoruz. Aynı ölçüde olmamakla beraber, halk şiiri
geleneğimizin üremesi de cılızdır. Zira bu kültür ürününü besleyip barındıran
zemin gittikçe daralmaktadır.
Halk müziğimiz ve koreografik tespitlerle
doldurulan halk oyunlarımızdan da kendi doğal karakteri ve üslubu içinde bir
üretkenlik bekleyemiyoruz. Ama yaşama kuralı ve felsefesini kendisi var etme
durumunda olan halk kesimi, sosyal bünye içinde varlığını koruduğu sürece;
Deyişat dediğimiz bu kültür ürünü bir yandan esprisini koruyarak kendini
yenileyerek, bir yandan da yeni koşulların getirdiği kaçınılmaz değer yargıları
bularak üreyecektir.
Tükenme yerine üreme gösteren deyişat geleneğimizdeki
büyük zenginliğin temel faktörünü de açıklığa kavuşturacağını sandığım bazı
örneklerle bu üremeyi belirlemek isterim.
“Acemi nalbant gavur eşeğinde
beller” deyimi, sırasıyla gavurun da, eşeğin de, dolayısıyla nalbandın da
kaybolduğu bugünkü sosyal yapı içinde aynı vurgulamayı sağlamak için yeni
malzeme bulacaktır, bulmuştur da:
“Berberliği benim sakalda
belledi”
Bölgedeki DEYİŞAT bolluğunu teşvik eden unsurlardan bir önemlisi de
sanıyorum yaşantının zorlamasıdır.
Denilebilir ki yöre halkı her olay veya
sohbet sırasında, yeri gelince “DEYİŞAT” kullanmayı, manevi bir gıda
saymaktadır.
Arıyı sattık, balı bakkaldan alıyoruz.
Bakmayla bellense
köpekler kasaplık beller.
Ilgın ağacından odun, cingan kızından kadın
olmaz.
Süphanekede kırk yanlışı var; böyük cami de imamlık umar.

BİLMECELER:
Mersin’de uzun kış gecelerinde kadınlar ve
çocuklar arasında söyleşilir. Bilmeceyi bilemeyen taraf diğer tarafa bir köy
veya şehir verir.
Benim bir sandığım var asılı içinde mercan basılı:
Nar
Sarıca oğlan sarkıp durur, düşeceğim diye korkup durur: Portakal
Al
bula boyadım, ananın önüne dayadım: Pamuk eğirdikleri çark
Tap tapılayık
tapılayık, tapılayığın üstünde muşulayık, muşulayığın üstünde ışılayık,
ışılayığın üstünde kolancık, kolancığın üstünde alancık, alancığın üstünde
ormancık, ormancığın içinde bir küdük domuz: Ağız, burun
Kat ekmek kat ekmek,
içi dolu bal ekmek: Kitap
Çıktım gittim tepeye, elim battı kınaya: Siyah
dut
Küçücük fıçıcık içi dolu turşucuk:Limon
Yer altında sakallı baba:
Soğan
Dağdan gelir taştan gelir, eğerlenmiş aslan gelir: Kaplumbağa

DUALAR VE İLENÇLER:

DUALAR
Kendimizle ilgili:
Kabrimi dar eyleme , işimi gücümü zor eyleme, kabirde beni şaşırma, zebanileri
başıma üşürme yarabbi..
Kabrimi bol eyle, cennetine yol eyle, etrafını gül
eyle, kokayım durayım Yarabbi. Sırat’ı yel gibi uçur, yıldırım gibi geçir,
havuzu kevserden içir yarabbi.

Başkalarıyla ilgili: Baş ucun pınar olsun,
ayak ucun göl olsun. Hakkım varsa birden bine kadar hepsi helal olsun. Taş diye
yapıştığın sarı altın olsun. Yat baş ucunda bul; kalk, ayak ucunda
bul.

İLENMELER:
Bayrağın dikili, esvabın kes’li
kalsın.
Boyun bostana höyük olsun. ( höyük= korkuluk)
Çorun çocuğun it
yalağından tene toplasın.
Evinde bacanda baykuşlar tönesin.
Haram olsun,
hart olsun kara ciğerine dert olsun.

EFSANELER:
GÖKSU
KÖPRÜSÜ EFSANESİ: Göksu Irmağı’na bir köprü yapılıyormuş. Fakat bir türlü
bitmiyormuş. Şöyle ki, akşama kadar yapılan iş sabaha hiç yapılmamış gibi
oluyormuş. Bunun üzerine köprüde çalışan işçiler toplanıp adakta bulunmuşlar,
aralarında şöyle bir konuşma geçmiş. Bir kişi sabaha kadar nöbet tutacak ırmağa
sabah ilk kim su almaya gelirse o kurban edilecekmiş. Tesadüf bu ya, ilk gelen
kişi de ustanın karısı imiş. Kadını kıskıvrak yakalamışlar, kadın çocuklarıma
bir bakayım, onların karnını doyurayım diye kurtulmak için bin türlü bahane
uydurmuş ise de kurtulamamış. Köprünün bir ayağının içine kadını koymuşlar ve
etrafını örmüşler. Sonunda köprü bitmiş. Rivayete göre kadının iniltisi hala
duyuluyormuş.
Bilgi alınan kişi: Şenel Keskin, 1952
doğumlu.

MANİLER
Kara kara böcekler
Duvarı
delecekler
Sevmediğin oğlana
Zorla mı verecekler
Cama cam eklenir
mi
Camda yar beklenir mi
Üç ay değil sevdiğim
Yirmi ay beklenir
mi?
Mersin’in portakalı
Pahalıdır pahalı
Böyle güzel görmedim
Ben
anamdan doğalı

NİNNİLER:
Folklorun bir parçasıdır
ninnilerimiz. Ninelerimizin bir mirasıdır bize. Her ninninin bir öyküsü vardır
mutlaka. Bir sevincini, bir üzüntüsünü dışa vurmak isteyen ninni söyler, güler
ninni söyler, ağlar ninni söyler Anadolu kadını. Dil bilmez bebesiyle paylaşmak
ister duygularını. Başkalarına açamadığı dertlerini ninnilere döker. Öylesine
güçlüdür ninnilerimiz. Taş bebeğe can verecek kadar…
Kaşları kara gözleri
erik ninni
Anası köylü babası yörük ninnni
Kaşları var enli enli
ninni
Yanağının ucu benli ninni
Ninni dedim uyuttum ninni

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu