Kuantum Kütleçekimi

 Kuantum Kütleçekimi Nedir

Kuantum Kütleçekimi

Zaman Yolculuğunun, Teleportasyonun ve daha genel çerçevede boyut değiştirmenin anahtarı olan Kuantum kütleçekimi (Quantum Gravity)’ nin kapılarını aralayan anahtar formül bulundu mu? Kuantum elektrodinamiksel ve elektromanyetik prensiplerle işleyen bir Wormhole Motoru yapabilecekmiyiz?
Kuantum Kütle Çekimi için elektromanyetizmayı ve gravitasyonu birleştiren genel göreceliksel ve kuantum vakumsal alan denklemlerinin birbirine dönüştürülebildiği bir katsayı çarpanı ya da bir sabite değeri yani bir ara değere ihtiyaç vardır.İşte bu alanların birbirine dönüşümünü sağlayacak bu ara dönüşüm sabitesi bulunamıyor.Bu yüzden ” kuantum kütle çekimi kuramı” bir türlü oluşturulamıyor.Kuantumlanmış düz uzay/zamanda geometriksel bir eğrilikten bahsedebilmek için yani düz uzay/zaman’dan eğrilmiş uzay/zaman’a geçebilmek için ve yine başka bir ifadeyle bir ışık dalgasına ait kuantum dalga paketi bünyesi içinden gravitasyonel bir dalgayı elde edip çıkarsayabilmek için kuantum ışık dalgası paketine ait bu dalga paketi bünyesinde gizlenen bizim göremediğimiz ve doğrudan ölçümleyemediğimiz bir parametrik değişkenin varlığını keşfetmeliyiz.Şu an için bilim dünyası elektromanyetik alanı gravitasyonel alana bağlayan bu parametrik değişkenin yani sabitenin ne olduğunu bilmiyor.

Bu, elektromanyetizmaya bağlı gizemli parametrenin değişmesi uzay/zaman’ın ”n” boyutlarında bir sapma yaratmalı ve uzay/zaman’ı eğrilterek yerçekimsel bir tünel etkisine neden olmalıdır.Bilim dünyası bu parametrik sabiti bilseydi bizler bu parametrik sabitin bilgisiyle bir dördüncü boyuta açılan bu gravitasyonik tünellerle (uzay/zaman’sal eğriliklerle) farklı zaman boyutları arasında yerdeğiştirip-değiştiremeyeceğimize ve uzayın çok uzak köşelerine doğru bizi nakledebilecek, teleporte edebilecek yerçekimsel uzay/zaman bükülmeleri yaratan motorlarla bu işin olanaklı olup olmadığına dair matematiksel öngörüler sunmanın dışında bu boyutsal yolculukları tasarlayabilirdik de! İşte bu noktada biz bu ”kuantum kütle çekimini” sağlayan temel parametrik değişkeni bulduğumuzu düşünüyoruz.Eğer aşağıdaki denklem bağıntısına göre kuantum alan kuramı denklemleri ve genel göreceliksel alan denklemlerini birbirine dönüştürecek yeni düzenlemeleri yaparsak karşımızda ”kuantum kütleçekimi” ( Quantum gravity) ne ait yeni denklem setini buluruz.

f : En yüksek ışık frekansı düzeyi
C: Işık hızı
T: En küçük zaman kuantumu

Buna göre bilimsel bir devrimi ifade eden bu parametrik sabit burdan çıkan sonuca göre E = h x f değerindeki aynı zamanda C ‘ye de bağlı olan ve dolaylı olaraktan en küçük uzay/zaman aralığını da ifade eden ”f”’ değeridir.Kendi uzayımıza bağlı en küçük zaman kuantumumuzu (bir AN ) ikinin katları oranında genişlettiğimizde bir boyuttan diğerine sıçrarız.Ve bu parametrik değişim oranına göre boyutlar 2’nin katları oranında yükselirler.

Bu uzay/zaman’ın devreden temel titreşime ait ” f” değeriyle orantılı titreşimsel sapmaları inceliyerek yerçekimi dediğimiz olayı ve ”n” boyutları dediğimiz yada farklı zaman çerçeveleri dediğimiz şeyi rahatlıkla izah edebiliriz. Burdaki ifadeler ışığında kuantum alan kuramı ile genel göreceliğin alan denklemlerini E= hx f formülündeki ” f” katsayısının değişimden yola çıkarak ‘f’ sabiti sayesinde birleştirebiliriz.Ve bu doğrultuda zamanı bir dalga yapısı olarak tanımlarsak ( ki’ ben öyle kabül ediyorum) bir uzay-zaman eğriliği olarak tanımladığımız yerçekimi fenomeni de zaman dalgalarını ifade eden ”temel ışık titreşimleri genliğinde ve dalga boyunda ve dolayısıyla ışığın temel hız yapısında” harmonik bir sapma olarak karşımıza çıkar.Böylelikle boyutlar arası kapıları açarak yerçekimsel sapmalar altında bizi uzay-zamanın uzak köşeleri arasında gezdirebilecek güç, yerçekimsel yoğunlukta frekansı ayarlanabilen bir elektromanyetik alan olarak karşımıza çıkar.
<< Dewey.B.Larson’un fizik kuramına göre her şey hareket ve titreşimden ibarettir.Buna göre fiziksel alemi meydana getiren temel titreşim değişir.Ve bu yoğunluk değişiklikleri arasındaki kısa zaman süresinde farklı bir parametreler takımı yaratır; bu da yeni bir varlık tipinin ortaya çıkmasına olanak verir.>>
Yani uzaya(vakum enerjisine) bağlı zaman akım hızıyla uyumlu temel titreşim hızındaki bir sapma sonucunda yeni bir uzay/zaman sürekliliği içerisine doğru bir sapma gerçekleşir.Enerjiye ait geometrik kafesin ”n” boyutlarında bir değişim (üçüncü boyuttan dördüncü boyuta geçiş) yine fiziksel enerji örtüsüne ait temel titreşim hızında bir sapmadır.Uzayın üç boyutlu geometrik enerji örtüsünün bir dördüncü boyuta doğru bükülmesi bu elektromanyetik uzay/zaman kumaşına ait bir hız frekansı değişimidir.Bu değişim ise boyutsal bir faz farkı denen zaman kayması fenomenine karşılık gelir.
Uzay/zamanı eğerek ve bükerek bir wormhole(solucan deliği) anlayışını kullanarak uzaydaki mesafeler arasında madde nakli mümkün olabilir mi?

Bir uzay/zaman eğriliğinden bahsettiğimizde bu eğrilik anlayışının kontrol edilmesi, bizlere, uzay/zaman metriğinde ışık hızı ve daha üstü hızlarda gerçekleşen ‘‘solucan deliği teleportasyon anlayışının’’, zaman yolculuğunun, antigravitasyonun ve boyut değiştirmenin kapılarını aralar.

Gezegenimiz Dünya da, dört boyutlu uzayda (üçü klasik boyutlar, dördüncüsü zaman), Güneş çevresinde düz bir yörünge izler. Oysa, gözlemlediğimiz haliyle, üç boyutlu uzayda eğri bir yörünge (eliptik ) üzerinde hareket etmektedir. Demek ki, tırtıl yolları yada diğer ifadeyle solucan delikleri, başka bir boyutta daha kestirme bir yoldan gitmemizi sağlamaktadır. Böyle kestirme yolların varlığı, 1916 yılından beri ileri sürülüyordu; ancak 1936 da, Einstein, Rosen ile birlikte, kendi kuramının matematiksel denklemlerini yeniden ele alarak, farklı iki yeri birleştiren ve Einstein-Rosen Köprüsü adı ile anılan bir köprü düşüncesine ulaştılar. Bu kuramı yeniden ele alan John Wheeler, 1950’li yılların sonunda, ilk kez, Evren’ de de ”köprüler ” bulunabileceğini düşündü; bu köprülere de, kestirme yol kavramını vurgulamak için, ”tırtıl yolları” adını verdi. Bu olaylar, Evren’ de, uzayın çok eğri olduğu bölgelerde, Einstein-Rosen Köprüleri ya da kara delikler olarak ortaya çıkarlar.Tırtıl yolları ile ilgilenenler, yalnızca gökbilimciler değildir. Olay, astrofizikten, yani makroskopik düzeyden temel parçacıklar fiziğine, mikroskopik düzeye dek yaygındır. Başlıca, temel parçacıklar boyutlarında uygulanan kuantum mekaniğinin gelişmesi, tırtıl yolları konusunu mikroskopik düzeye indirerek, ona, yepyeni bir açıklama kazandırmıştır. Böylece bazı fizikçiler, Einstein denklemlerinin sonuçlarını sonsuz küçükler dünyasına uygulamışlar ve umut verici sonuçlar elde etmişlerdir. Onlara göre, atomaltı düzeyde, tırtıl yolları sürekli ortaya çıkıp, yok olmaktadır. Bu bolluğun bulunduğu özel yere, KUANTUM BOŞLUĞU adı verilmiştir; aslında yanlış bir ad konulmuş gibidir; çünkü parçacık fizikçilerinin çalışmaları göstermiştir ki, mikroskopik boyutlardaki boşluk, kararsız durumların, özellikle de uzayın farklı biçimlerinin (farklı eğriliklerdeki) ya da matematikçilerin dili ile, ”farklı topolojiler” in bir kaynaşmasıdır. Bu boyutlardaki uzayın eğrilmeleri, tırtıl yollarını oluşturacak olan çok tekil noktaların doğmasına neden olur.
Kuantum boşluğu uzay/zaman çizgilerinin köpüksü bir hal aldığı ve metriksel dokunun eğilip büküldüğü bir bölgedir.Solucan deliklerine deneysel fizik açısından bakıldığında bir ‘hidrojen atomu içinde’ yol almakta olan bir elektron, sadece çekirdeğin Ze/r2 (r’nin karesi) alanına değil, tüm uzaya ait bir özellik olduğu için, atomla doğrudan hiçbir ilişkisi olmayan kuantum köpüğünün dalgalanma alanına da bağımlıdır;
L boyutundaki bir gözlem bölgesindeki hesaplanabilen dalgalanma alanının düzeyi şudur:

Bu alan elektronu normalde izleyeceği yörüngeden değerinde sapmasına yol açar bu sapmada elektronu, içinde hareket ettiği, V(x,y,z) düzeyindeki bilinen potansiyelde azda olsa farklı bir yere getirir.Sonuçta elektronsal enerji düzeyi,
ortalama değerindeki bir değişime uğrar ( Lamb-Rutherford değişiminin ana bölümünü ölçmekle bu denklemin sol tarafının değerini bulabiliriz.Sağdaki ikinci terimin değerini zaten bilmekteyiz) Sonuçta, dalgalanma alanının elektronda neden olduğu yerdeğişiminin ortalama değerinin karesini bulabilir ve bizzat dalgalanma alanının kendisinin tahmin edilen büyüklüğünü doğrulayabiliriz.

Şekil:A
Uzay/zaman geometrisinin yukarıda geniş bir L gözlem değerinden başlayarak, aşağıda Planck uzunluğuyla karşılaştırılabilecek gözlem değerine kadar uzanan, üç gözlem düzeyinde ele alınmış tipik kuantum dalgalanmalarının şematik olarak gösterilişi

Bize elektrodinamiğin dalgalanma formülünü veren ilkeyi yukarıdaki ‘Şekil:A’ da inceleyerek geometrodinamikteki L değerindeki bir uzanım sonda bölgesinde -1, 1,1,1 normal metrik katsayılarına bağlı kuantum dalgalanmalarının

‘düzeyinde olduğunu bulabiliriz. Burada Planck uzunluğudur.

Okyanustaki dalgalar okyanus yüzeyinin 10 km. üzerinde uçmakta olan olan bir uçak için nasıl önem taşımıyorsa, atomların, çekirdeklerin ve diğer temel parçacıkların L değerinde bir uzunluk gösterdikleri ölçekte de bu dalgalanmalar önem taşımazlar.Yakına gelindiğinde ya da L değeri giderek azaldığında dalgalanmalar daha etkileyici olmaya başlar (Şekil:A). Sonuçta, çözümleme bölgesi planck uzunluğuna uygun bir düzeye

indirgendiğinde, öngörülen kuantum solucan deliği dalgalanmaları dalgalanmaları düzeyinde olur.Kuantum vakum ölçeğindeki uzay/zaman metriğine ait dalgalanmalar böylesine büyüdüğünde, her zaman ve her yerde geometride oluşan ve kaybolan ( ”uzayın köpüğümsü yapısı” ) solucan deliklerini içeren bir bağımlılıkta da vakumdaki parçacıkların bu uzay/zaman deliklerinden geçerek evrenin bir diğer noktasına doğru bir anda transfer olabileceği bu türde ki geometrodinamiksel bükülmelerin olma olasılığını göz ardı edemeyiz.

Genel Görelilik Kuramının mikroskopik merceğinden bakarak kuantum vakumsal alana indiğimizde genelde düz olarak algıladığımız zaman-mekan geometrisinin kıpır kıpır olduğunu ve yeteri kadar büyük kuantum köpüksel dalgalanmaların yeterince fazla olduğu bir noktada bu eğrilik sonsuza yaklaşabilir ve belki de, zaman- mekanın uzak köşelerini birbirine bağlayan bir tünel oluşabilir. Fizikçiler bu tünelleri, bir kurtçuğun elmanın bir tarafindan girip öbür tarafindan çıkarak oluşturdugu kestirme yola benzeterek,”kurtçuk deliği” olarak adlandırıyorlar.
Sonuç olarak uzayın geometrik topolojisinde, birbirinden oldukça uzakta olması gereken noktaları birleştirici tarzda dalgalanmalar oluşur (Şekil:A).Bu dalgalanmalar ise üç boyutta yer alan bir parçaçığı ”uzayın bir dördüncü boyutu doğrultusunda iç uzaya çekerek yürüten” çekimsel bir tünel etkisine neden olurlar.

Partikül soğuran solucan delikleri partikülün zorlaması sonucunda uyarık hale geçer ve arkasından da bozunuma uğrayarak bir başka yerde bir bir başka parçacığı açığa çıkarırlar (Şekil: C/b).Aslında, solucan deliğinin içinden geçip giden parçacık , uzaktaki bir yerde yeniden ortaya çıkmıştır.
Rieman ‘sal uzay/zaman geometrisine sahip kapalı bir evrende ortaya çıkan bir solucan deliği içinden geçip giden bir parçacık kapalı bir uzay/zaman modelinde doğrudan zamanın ve mekanın herhangi bir noktasında ortaya çıkabilir.

Zaman içinde geriye yolculuğu da mümkün kılan bu ”tüneller”,bizim, uzaydaki büyük mesafeler arasında da büyük sıçramalar yapmamıza olanak tanır.Bu tüneller (wormhole) evrenin uzak mesafelerini uzayı yürüterek birleştirir. Kuantum köpüğü atomaltı ölçeklerde uzayın (mekânın) sürekliligini kaybetmesinden kaynaklanıyor.Mesafeler inanılmaz ölçüde kısa olduğunda uzay sürekliliğini yitirir ve fokurdamaya başlar (Bazıları bu olguya kuantum köpüğü adını verir). Nokta gibi parçacıklar (gravitonlar da dahil) kuantum köpüğünde -okyanuslardaki büyük dalgalarla sürekli sallanan bir sal gibi- gelişigüzel savrulur. Oysa sicimler, birkaç dalgayı kaplayacak büyüklükleriyle bu tür rahatsızlıkları yaşamadan “okyanusta” yol alan minyatür gemiler gibidir. Boşluk enerjisi = kuantum köpüğü = sıfır nokta enerjisi = eğrilen uzay/zaman levhası

Planck ölçeği diye adlandırılan uzunlukta bildiğimiz uzay ve zaman kavramları ortadan kalkıyor ve yerlerini ”uzay-zaman köpüğü” diye bilinen kuantum dalgalanmaları karmaşasına bırakıyorlar.Bu uzay -zaman dalgalanmalarını kuantum kütleçekimi kuramları öngörür.Solucan delikleri ve zaman yolculuğu kuramları henüz kuantum kütleçekimi kuramı tam olarak anlaşılmadıkça cevapsız kalmaya mahkumdur.
Şimdi en kısa uzunluğun ne olabileceğini sormak zorundasınız ve gravitasyonel teorinin bize en kısa uzunluğu verebileceğinden kuşku duymak için sebeblerimiz var. Çünkü genel göreceliğe göre, gravitasyonel alan ayrıca ”uzunluk” ve ”metrik” in kastettiği şeyide belirler. Eğer gravitasyonel alanın bu yolla kuantize olan dalgalardan oluştuğunu söyleseydiniz, bu sıfır nokta hareketinden dolayı daha altında gravitasyonel alana eşlik eden eğrilmiş fiziksel uzunluğu tanımlayamazdık ! Bu nedenle kuantum vakumunda uzay/zaman köpüğü düzeyindeki çok kısa mesafelerde ölçümsel uzunluğun ufukta kaybolan bir gemi gibi silinip gittiğini söyleyebiliriz. Bu ölçümün silinip gittiği yerin yaklaşık 10-33cm metre ölçeğinde olduğunu söyleyebiliriz. Burası planck ölçeğidir.Planck ölçeği, genel görelilik ve kuantum mekaniğinin aynı anda geçerli olması beklenen, ancak erişilemeyecek kadar küçük bir uzunluklar ve zaman aralıklarıdır. Kuantum köpüğü denen uzay-zamanın kendi başına eğrilen çizğileri weyl tensörü denen bir nicelikle ifade edilir. Uzay-zamanın eğriliği iki şekilde ele alınır. Birincisi, uzay-zamanda maddenin varlığından, diğeri Alman matematikçi Herman Weyl tarafından ortaya konduğu gibi maddenin yokluğunda bile ortaya çıkabilir. Bu eğimi tanımlayan niceliğe ise Weyl tensörü denir. Örneğin kütleçekim dalgalarıda boş uzayda kendi başına salınarak eğrilikler yaratır.Bu eğriliği Weyl tensörü ile tanımlıyoruz.

Kuantum kuramı, boşluğun tam boşluk olmadığını göstermiştir. Boşluk kaynaşan bir durumdur, çok dinamiktir, edimsiz(virtuel)parçacıklarla doludur. Çok şiddetli olayların olduğu ve uzay/zamanın düz çizğilerinin denizin kabaran dalgaları gibi çalkalanıp köpüksü bir hal aldığı bir yerdir. Boşluktan doğan bir parçacık çifti gözlenemez, fakat onların yığınsal etkisi gözlenebilir. Boşluğun en derinlerinde bile sürgit birşeyler vardır.En boş sanılan uzay bile tam bir boşluk değildir; bir etkinlikler bölgesidir, alanlar vardır.Boşluk titreşir, dalgalanır. Boşluğun bu dalgalanmaları enerji demektir.

UZAY-ZAMANIN EĞRİLEN ÇİZĞİLERİNDEN OLUŞAN KUANTUM VAKUM DALGALANMALARI: Kütleçekimiuzay ve zamanın bizzat kendisinin bir özelliğidir. Uzay ve zaman ”eğrilmiştir”. Düz bir kağıt parçasına ıslandıktan sonra ne oluyorsa, ”eğrilmekten” kastım da tamamen odur: Kağıt kırışır ve bunu ütüleyerek düz hale getirmenin bir yolu yoktur. [Çetin BAL: Benim bulgularıma göre yerçekimi, parçacık karekteri kazanmış kütleler çevresinde, evrende her noktada uyumlu olan(olması gereken) zaman akım hızının frenlenerek zamansal bir faz farkından ötürü kendi üstüne kapanan bir spiral akıma dönüşmesinin bir sonucudur. Zamansal faz farkı, zaman akım hızıyla özdeş olan uzay/zamanın devirsel titreşimlerinde meydana gelen bir sapma ekisidir.Eğer dünya üstünde bir odada vakum enerjisine ait ışık frekanslarını çarpıcı bir biçimde değişime uğratabilirsek vakum enerjisinin elektromanyetik hız yapısıyla uyumlu olan zaman akım hızınıda yıldızlar arası boş uzayın vakum frekanslarına ayarlayarak yerçekimsel olarak nötür bir alan yaratabiliriz yani ”eğrilmiş(kırışmış) fiziksel enerji vakumunun geometrik dokusunu” bir nevi frekans ayarlamasıyla ütüleyerek düzleştirmiş oluruz. Böylece düz bir uzay/zaman kumaşına sahip olmuş oluruz.] Kütleçekimi kuvveti uzay/zamanın bu tür kırışıklıklarından oluşmaktadır. Planck mesafesine ne kadar çok yaklaşırsak, uzay-zamanın kırışıklıklarına kuantum mekaniği yasalarını uygulama ihtiyacınıda o denli çok hissederiz. Kırışıklıklar çok fazla olmadığı sürece kuantum mekaniği uygulanabilir ve ortaya çıkan teoriye ”kuantum kütleçekimi” denir. Planck mesafesine yaklaştıkça uzay-zamanın tümsek ve çukurları artar. Çünkü en küçük kırışıklıklar büyüklere oranla daha belirgin hale gelirler. Planck mesafesinden daha öteye gitmeyi denersek, hiç bir şey çalışmaz. Orada eğrilik ve belirsizlikler o kadar büyür ki, ”iki nokta arasındaki uzaklık” kavramının hiç bir anlamı kalmaz. Çünkü bu uzaya hiçbir ölçüm çubuğu sığmaz. Uzay ve zamanın kendisi bile anlamsızlaşır. Uzay ve zamanda kastedilen şeyin matematiksel tanımı, ”noktalar arasındaki uzaklığın” tanımı üzerine oturtulmuştur. Bu bölgeden sonra uzay ve zaman bildiğimiz şekliyle anlamını yitirir! İki noktanın birbirine planck mesafesinden daha yakın olmasından bahsedilemez. Çünkü bu iki nokta arasındaki bölgede eğrilik ve kırışıklık ölçülemez. Stephan Hawking, bir seferinde, bu ölçekte uzay ve zaman çok fazla kırıştığı için köpük haline geliyor demişti. Bu ölçekte yer alan parçacıklarda bu uzay-zamanın köpüksü geometrodinamiğinden bir şekilde etkilenmektedirler.
Burda şu sorulabilir; Aralarında süreklilik olmayan planck mesafesindeki birim büyüklükler… Uzay ve zamanın son derece kısa mesafelerde anlamını yitirdiğini bildiğimiz halde, niçin hala süreklilikten bahsediyoruz? Planck mesafesinin altında uzay-zaman metriğini tanımlayamıyoruz. Bu uzay ve zamanın metriksel olarak iyice kısalıp- yitip kaybolduğu ara bölmeye ‘uzay-zaman boşluğu’ denmektedir. Bu boşluğa bilim çevreleri ”solucan deliklerinin giriş ağzı” olarak bakmaktadırlar.Bu tanımlanamayan ara boşluk, uzay- zaman çizğilerinin birbirlerini keserek oluşturdukları uzay-zaman ızgarasındaki yada dantelindeki delikler-ara kesitler- olarak değerlendirilmektedir.Burası hiper uzay denilen bir dördüncü boyuta açılan zamansız -mekansız boşluklar/delikler/ hiperuzay tünelleri olarak görülmektedir. Solucan deliği denilen şey evrenin çok uzak iki bölgesini birleştiren uzay-zaman kanalıdır. Solucan deliği farklı zamanlar arasında bir tür geçit oluşturabileceği gibi kendi evrenimizi ”farklı evrenlerle”de birleştirebilir. Kuantum vakumuna uygulanan Einstein’ın kütleçekimi teorisi ilke olarak tutarlı matematiksel denklemlerlede desteklenen böyle tuhaf şeylere(solucan delikleri) izin veriyor. Ancak araştırmacıların öne sürdükleri şey şu: Madem’ ki Einstein ‘ın teorisi solucan deliklerine izin veriyor o halde onlar gerçekte vardır! Bu tür bir yaklaşım, kuantum mekaniği ile uğraşırken karşılaştığımız şeylerle uyumludur: izin verilen herhangi bir şey var olmaya mecburdur; yani belirli bir konfigürasyon mümkünse, o aslında belirli bir olasılıkla meydana geliyor demektir. Solucan deliklerinden birine girer ve hiç zaman kaybetmeden hemen kendimizi Andromeda galaksisinde bir yerde bulabiliriz. Kurgubilimi ciddiye almasanız da, arada sırada, bir tek temel parçacığın- ışık hızıyla beş milyar yıllık bir mesafede olan- Andromeda ‘ya bir solucan deliğinden kayarak bir anda ulaştığını hayal edebilirsiniz. Bilimsel denklemler bunun olası olduğunu söylüyor! Matematik ve fizik uzay-zamanın eğrilen geometrisiyle buna izin veriyor.
KUANTUM KÖPÜĞÜ VE ALTINDAKİ DÜZEYLERE İNİLEBİLİR Mİ? VE KUANTUM VAKUMUNUN SIR DOLU YAPISI İÇERİSİNDE ZAMAN YOLCULUĞUNA İZİN VEREN GEÇİTLER BULUNABİLİR Mİ?
Evrenin yapısına ait relativistik modellere ve gözlemlere dayanarak, kapalı bir evrende yer aldığımızı tahmin etmekteyiz. Kapalı evren modelleri tıpkı bir küre yüzeyine benzer, sınırı yoktur. Küre yüzeyine bırakılan karınca sonsuza dek hiçbir engele rastlamadan yürüyüp gezebilir. Bu yolculuk esnasında hep ileri giderek başladığı noktadan tekrar geçebilir. Böylece yörüngesi, küre yüzeyinde kapalı bir eğri çizmiş olur. Bu benzetmeyi esas alırsak “zamanda yolculuk mümkün müdür?” sorusu şuna indirgenmiş oluyor: uzay-zamanda kapalı zamansal eğriler bulunur mu? bu sorunun yanıtı için uzay-zamanın topolojisini bilmek gerekir. Gözlemler bize bu bilgiyi veremiyor. Bu noktada devreye sezgilerimiz girmekte…Mekanın saklı dördüncü boyutu, bizim tegetleştigimiz üçüncü düzlemde yer alır.Oraya geçmek için “uzay üstüne/hiperuzaya” çıkmak, evren küremizin çapı doğrultusundaki TÜNELE girmek gerekir. Bu ise “evrenin dışına” yani bir üst mekan boyutuna geçmek demektir…Bu ifadeyi bizim vurgulamak istedigimiz yönde kullanmak istersek, mekanın “dördüncü” boyutu olan tünelleri anlatmak isteriz. En, Boy, Yükseklik dışında bir de “TÜNEL” boyutu olan bu evrenin “Kayıp bir üçüncü düzlemi” vardır.Gerçekten de evren elektrik ve manyetik düzlemlerin taradığı, üç boyutlu holografik sahayı temsil eden iki boyutlu bir küre yüzeyini andırır. Bizler mekanın dördüncü boyutu olan TÜNELLERİ göremeyiz. Çünkü tünelleri değil; onların kuant denen noktasal kesitini görürüz. Bizim üç boyutlu küre yüzeyinin hiperuzay’la tegetleştiği noktada kendi evren küremizi oluşturan kuant denen ışık birimleriyle karşılaşırız.Bir kuant elektrik ve manyetik vektörlerin taradığı bir uzay-zaman noktasını temsil eder. Uzay-zamanda bir kayma ya da sapma (uzay-zamanın eğrilmesi) bu elektrik ve manyetik vektör bileşenini temsil eden bir kuant’ta titreşimsel bir sapmaya karşılık gelen yerçekimsel bir sapma olarak duyumsanır.
Uzayda iki nokta arasında solucan delikleriyle bağlantılandırılmış bir teleportasyon kabini nasıl düşünülebilir? Uzay/zamanda bir maddeyi teleporte edecek bir sistemi düşleyebilmek için uzay ve zaman boyutlarını (mesafeleri), enerjiyi (elektromanyetizmayı) ve yerçekimini birbirine dönüştürebilecek bir ”kuantum gravitasyonel alan” ı tanımlayan matematiksel denklem çatısını kurgulamak zorundayız.
Işık titreşimlerinin hızı asla sıfır olamaz ! Çünkü titreşim daima E= h x f formülünce bir kütle ve enerji değerliliği noktası olan bir fotonu ifade eder.Yine bu kütle – enerji eşdeğerliliği E= m x c2 formülüylede öngörülebilir.İşte tam bu noktada fotonik bir enerji denizi olan uzay dokusu çerçevesinde düz geometri neyi simgeler ? Düz geometri, uzayı oluşturan her bir fotonik noktaya ait zaman dalgası genliği ve salınım hızının birbirine senronize olmasını ve bu uzayı oluşturan noktalar kümesi arasındaki eşzamanlılık uyumunu ifade eder. Eşzamanlılık denen noktalar arasındaki andalaşma(zamandaş olma durumu) düz uzay/zaman geometrisinin zorunlu bir sonucu olarak yada yansıması olarak görülebilir. Bir düzenin yada oransal yapının olduğu yerde, zamanın göreli olmasındanda söz edilemez.Uzaydaki noktalar arasındaki eşzamanlılık uyumunun yitirilmesi o noktalar arasında oluşan zamansal faz farkının bir sonucu olarak uzayın o noktada boyutsal bir faz farkına uğraması yani uzay/zamanın eğrilip- bükülmesine karşılık gelir. Genel göreceliğe göre savunulan kütle ile enerjinin zaman mekanı bükmesi diye bir şey yoktur. Olan hadise kütle ve enerji yoğunluğuna ait faz farklarından doğan karşılaştırmalı uzay/zaman alanlarının bir birlerine göre olan-ölçümlenen durumlarının bir sonuçudur.Bir foton bir kütle ve enerji değeriyle bir salt uzay/zaman kesim noktasını ifade eder. Bir fotonu ifadeleyen salınan elektrik ve manyetik alan çizğileri bir şekilde uzay ve zaman çizğileri olarak kendini gösterir. Ve bu çizğilerin kendi içinde eğilip bükülmesi ile elektrik ve manyetik salınım alanlarına bir üçüncü alan olan gravitasyon alanı da katılmış olur.Ama gravitasyon alanı elektrik ve manyetik alan gibi bir güç alanı değildir.Gravitik dalga vektörü sudaki dalgasal titreşimlere benzetilebilir yani elektromanyetik güç alanı suyu temsil ederse, gravitasyon dalgasıda bu suyun titreşimsel dalgalanmasının bir sonucu olarak kendi başına bir gerçekliği olmayan bir etkinlik olarak ortaya çıkar. Ama elektrik ve manyetik dalga alanları kendi başına salt gerçekliklerdir! Öyleyse bir foton görüntüsü altında özdeşleşen kütle ve enerji niceliklerini ifade eden kuantum enerji denklemindeki C değerine karşılık gelen dalga boyu ve frekans parametrelerindeki çarpıcı değişiklikler bizi genel göreceliğin düz uzayından eğri uzayına taşıyan denklemlere bağlar. Ve böylece bir kuantum kütle çekimi denklemine ulaşmış oluruz.
Bu denklem uzay/zamanda iki noktayı bir birine bağlayan bir solucan deliğinin matematiksel kanıtıda olabilir. Bu solucan delikleri, elektriksel alanlarla gravitasyon alanlarının tek bir denklem çatısı altında birleştirilmesi sonucunda anlamlı bir önermeye kavuşabilir. Modern çağda Örsted, Faraday ve Maxwell ‘in elektrik ve manyetik güçleri özdeşleştirme yoluna gittiklerini görüyoruz. Einstein ‘ın da ömür boyu süren düşü buna yönelikti; Doğanın tüm güçlerini ( gravitasyon, elektrik, manyetizma, vb.) ”birleşik alanlar” dediği temel bir ilkeye bağlamak. Einstein, kalan zamanını elektro-manyetik ve kütleçekimi alanlarını birleştiren birleşik alanlar kuramını oluşturmaya verdi. Einstein fiziğin tümüyle geometriye indirgenebileceğine inanıyordu. Aslına bakarsanız Einstein ustanın düşüne bende katılıyorum fakat bu çözüm kuantum fiziğinin dışında bir çözüm değildir. Sonuçta fiziksel enerji alanlarını salt geometriye indirgemek birazda matematiğe ve fiziğe nerden baktığımıza bağlıdır desem sanırım abartı olmayacaktır.

Bilinmelidirki ‘Ether’ hiçbir biçimde yoktur. Elektromanyetik alanlar bir ortamın durumları değildirler, ama tıpkı tartılabilir özdeğin atomları gibi başka herhanği bir şeye indirgenemeyecek bağmsız olgusallıklardır. Elektromanyetik enerji dahada altında bir yapıya ayrıştırılıp dönüştürülemeyen bir özdür. Elektromanyetik enerji boş uzayın fiziksel özelliğidir. Boşluk, elektromanyetik bir vakumdur.Ve bu boşluk kuantize edilip bölünebilir bir yapı değildir. Ama matematiksel bir tanım olarak elektromanyetik alan fotonlarını uzay ve zaman çizğilerinin birbirini kestiği -birbirine bağlandığı-varsayımsal üç boyutlu kafes noktaları gibi düşünebiliriz.Ama fotonlar arasında kesinlikle sanıldığı gibi bir boşluk yoktur.Bu anlamda sanal olarak uzay-zamanın birbirlerinden kopmuş noktalar topluluğundan meydana geldiğini varsayabiliriz. Parçacıklar bu noktalar üzerinde bulunabilirler, ancak aralarında olamazlar.Bu noktalar topluluğu uzay-zaman kumaşı denen dokumayı meydana getirirler. Işık bölünemez bir güç hacmidir.
Newton ‘un boş uzay fonunda, noktasal parçacıklar temel fiziksel gerçekliği temsil ediyorlardı; bunlar arasında da uzaktan etki denen esrarengiz kuvvetler vardı. Maxwell ‘in görüşündeyse uzayın her noktasında zamanla da değişebilen üç elektrik üç manyetik alan bileşeni bulunuyordu. Klasik Maxwel alan kuramında uzayın her noktasında salınım yaparak yayılan elektrik ve manyetik alan dalgaları bulunduğunu belirtmiştik.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu