Kalp hastalıklarındaki uygulanabilecek diyet nedir?

Kalp hastalıklarındaki uygulanabilecek diyet nedir?
Kalp hastalıkları beslenme diyet

Kalp hastalıkları beslenme diyet. Sağlığın geliştirilmesi kavramı kapsamında; yeterli ve dengeli beslenme, düzenli fizik aktivite, sigara ve diğer bağımlılık yapıcı maddelerden uzak bir yaşam, düzenli uyku, boş zamanları değerlendirme ve diğer sağlıklı yaşam biçimleri etmenleri gibi çeşitli kavramlar yer almaktadır.

Beslenme insan yaşamının müdahale edilebilir bir bölümünü oluşturup kardiyovasküler sistem (KVS) hastalıklar ve kanser gibi diğer kronik hastalıklar açısından değiştirilebilen risk etmenleri arasında yer almaktadır.

Her yıl dünyada 17 milyon kişi kalp hastalıkları nedeniyle yaşamını yitirmektedir . Hem Amerika Birleşik Devletlerinde (ABD) hem de ülkemizde kalp hastalıkları en çok öldüren hastalıkların başında yer almaktadır. Türkiye’de 1998 yılı Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE) verilerine göre ölümlerin %40,6’sının kalp hastalıklarına bağlı olduğu bilinmektdir. Buna dayanarak ülkemizde kalp hastalığından ölümlerin 155 bin dolayında olacağı tahmin edilmektedir. Yapılan çalışmalar, kardiyovasküler hastalıklarla diyet alışkanlığı arasında kuvvetli bir ilişki olduğunu ortaya koymuştur.

Örneğin kalp hastalıkları riskinin yüksek olduğu popülasyonların diyeti satüre yağ asitlerinin fazla tüketildiği (günlük kalorinin %15′ den fazlası), kolesterolün fazla alındığı ve karbonhidratın az tüketildiği (%50’den az) toplumlardır. Düşük KVH insidansı olanlar ise satüre yağ asitlerinin az tüketildiği (%10’dan az), karbonhidrat alımının fazla olduğu toplumlardır.

Ayrıca yapılan göçmen çalışmalarında Nagazaki ve Hiroşima’dan Kaliforniya’ya göç eden kişilerde göçten önceki diyetlerine göre et, satüre yağ asiti, kolesterol, süt ürünleri tüketimi artışıyla birlikte, daha az kompleks karbonhidrat ve daha az alkol tüketimi olmuş ve kalp hastalıkları riskinde artış saptanmıştır.

Beslenme alışkanlıkları, yukarıda söz edildiği gibi kanda bazı değerlerin değişmesine ve kalp-damar hastalıkları başta olmak üzere pek çok hastalığa neden olmaktadır. Türkiye’de yapılan çalışmalar sonucunda bireylerin %9’unun kan kolesterol, %17sinın kan trigliserit düzeylerinin yüksek olduğu; buna ek olarak yüksek dansiteli lipoprotein (HDL) düzeylerinin ise düşük olduğu bulunmuştur. HDL düzeyinin düşüklüğü kalp damar hastalıkları açısından bir risk etmeni olarak kabul edilmektedir. Kalp hastalığına yol açabilecek pek çok olumsuz risk etmeninin de beraberinde bulunması bu konuda yapılacak önleme çalışmalarının önemini artırmaktadır.

Çeşitli toplumlardaki kalp hastalıklarının görülme sıklıkları incelendiğinde, Kuzey Avrupa ülkelerinde daha fazla görülmesi, Asya ve Akdeniz ülkelerinde daha az sıklıkta görülmesi beslenme kültürlerine bağlanmıştır . Diyetle kırmızı et, rafinerize gıda ve doymuş yağ asitlerinin fazla alınımı KVH riskini artırmaktadır. Kişiler ancak “yeterli” ve “dengeli” beslendiklerinde “sağlıklı” beslenme davranışından söz edilebilir. Beslenme alışkanlıklarının değiştirilmesi ve kişilerin sağlıklı beslenmelerinin sağlanabilmesi için bireysel ve toplumsal düzeyde bazı önlemlerin alınması gerekmektedir.

Antropometrik ölçümler sonucu alınan kişisel değerler, kişilerin neden şişman ya da zayıf olduklarının altta yatan nedenleri, bireyin sağlıksız durumundan kurtulması için yapılması gerekenler, “bireysel önlemler” aşamasında yapılacak değerlendirmeler arasında yer alırken, bu sorunlara daha toplumsal düzeyde çözümler aranması “toplum tabanlı” yaklaşımları gerektirmektedir. Beslenmeye bağlı olarak gelişen hastalıkların sıklıklarının toplumsal düzeyde belirlenmesi, toplumların hangi özelliklerinin bu sorunların varlığını kolaylaştırdığı ya da önlediğinin saptanması, toplumsal düzeyde hangi beslenme davranışlarına dikkat etmek gerektiğinin belirlenmesi ve bazı öneriler geliştirilmesi, toplumsal düzeyde önleme ve müdahale çalışmalarının temelini oluşturmaktadır .

Toplumsal düzeyde yapılan duyarlılık geliştirme çalışmaları, dünyanın pek çok bölge ve ülkesinde onyıllar öncesinde başlamıştır. Örneğin, ABD’de kalp hastalıklarını önlemeye yönelik beslenme ile ilgili toplumsal düzeyde öneriler 1950’li yıllardan bu yana yapılmaktadır. Satüre yağ tüketimi ile kan kolesterol değerleri ve buna bağlı olarak da kalp hastalıklarının sıklığının yüksek olduğu bilinmektedir. Bu kapsamda, satüre yağların ve kolesterolden zengin besinlerin tüketiminin azaltılması, temel öneriler arasında yer almaktadır .

Çok uzun dönemlerden bu yana hemen bütün toplumlar tarafından uygulanmaya çalışılan öneriler kişilerin her gün hangi besinlerden ne kadar yiyeceklerini tanımlamaya çalışan besin piramidinde yer almaktadır. Bu piramide göre, yağlar, şekerler, tatlılar çok kısıtlı, süt, peynir, yoğurt grubu besinler ve et, balık, tavuk grubu besinler günde iki, üç porsiyon, sebzeler üç, beş porsiyon, meyveler iki, dört porsiyon ekmek, tahıl, pirinç ve makarnalar 6-11 porsiyon olarak önerilmektedir . Ancak, piramidde yer alan bazı bilgiler son zamanlarda tartışmaya açılmış ve önemli değişiklikler önerilmiştir.

Willett ve arkadaşları tarafından son yıllarda tartışmaya açılan bazı temel konulara aşağıda yer verilmiştir :
• Fiziksel aktivite ve düzenli olarak egzersiz yapmak piramidin tabanında yer almaktadır. Bireyler her gün düzenli olarak egzersiz yapmalıdırlar. Ayrıca, bireyler vücut ağırlıklarını da kontrol altında tutmalıdırlar.
• Daha önceki piramide “çok kısıtlı” olarak alınması önerilen yağların kendi içindeki dengesinin önemli olduğu ve asıl dikkat edilmesi gereken noktanın satüre yağ tüketiminin sınırlanması gerektiği üzerinde durulmaktadır. Zeytinyağı, soya yağı, ayçiçek yağının bir denge içerisinde her öğün tüketilebileceği vurgulanmaktadır. Tam undan yapılmış gıdaların, rafinerize olmayan esmer pirinç, bulgur gibi gıdaların da her öğün tüketimi önerilmektedir.

• Meyve 0-2 porsiyon/gün
• Sebze yenilebildiği kadar/gün
• Fındık ve ceviz gibi sert kabuklu yemişler 1-3 porsiyon/gün
• Baklagiller 1-3 porsiyon/gün
• Kırmızı et, tereyağı, rafinerize undan yapılmış ekmek, beyaz pirinç, makarna, patates ve şekerlerin çok seyrek tüketilmesi önerilmektedir.

Bu değişiklikler, kuşkusuz her toplumun kendi içinde incelenmelidir. Toplumların kültürel, ekonomik ve toplumsal yapıları bu değişikliklerin toplum tarafından kabulünü ve uygulanmasını etkileyebilir. Bunun yanı sıra, pek çok açıdan kanıtları olan bu önerilerin her toplum için etkilerinin değerlendirilebilmesi için araştırmalara gereksinim vardır. Araştırmaların planlanmasından sonuçlarının değerlendirilmesine kadar geçen her aşamasının disiplinler arası bir işbirliğini gerektirdiği unutulmamalıdır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu