Atatürk’ün eğitime verdiği önem

Atatürk’ün eğitime verdiği önem

“Osmanlı Devleti, Batılılaşma mecburiyetinde kaldıktan sonra kendi eski kurumlarına dokunmadan, onların yanısıra Batılı kurumlan kurup desteklemeye başladı. Bu, hemen her alanda böyle oldu…

Eğitim alanında bu ikilik çok daha çeşitli şekillerle ortaya çıkıyordu. Askeri okullar tarzında kurulan Batı örneğinde eğitim kurumlan iyice yerleştikten sonra, XIX. yüzyılın ortalarına doğru Batı örneğinde ilk sivil okullar kurulmaya başlamıştı. İlk kurulan Batı tipi okullar, Fransız örneğine göre örgütlenen Osmanlı Devlet dairelerine memur yetiştirmeye yönelikti. 1845’ten itibaren de Osmanlı eğitim sistemi, Batı eğitim sistemlerine göre ilk, orta ve yükseköğretim kademeleri olarak örgütlenmeye başlamış; sıbyan okullarını ilköğretim düzeyi kabul edip, orta ve yükseköğretim kademelerini kurma çalışmalarına başlamıştı.”2 Konumuzla ilgili olarak dikkat edilecek olursa Eğitim Sosyologlarından İ. Hakkı Baltacıoğlu ve Prens Sebahattin okullarda; memurun nasıl yetiştirileceği konusuna zaman zaman vurgu yapmaktadırlar.

Sıbyan mektepleri ıslah olmayınca devlet “İbtidai” adlı ilkokulları kurmuş ve bunları modern ders araç ve gereçleri ile donatmaya ve modern öğretim yöntemlerini uygulamaya çalışmıştır.

Hem ortaöğretim hem de yükseköğretim işlevi yerine getiren ve vakıf kuruluşları olan medreselerden devlet desteğini çekmesine rağmen yaşamlarına devam etmişlerdir. Medreseler reform girişimlerini engellemiş ve askerlikten kaçmak için çok sayıda kişi medreselere hücum etmiş ve medreselerin yıkılışı hızlanmıştır. Batı tipi rüşdiye, idadi ve yüksekokullar da görevlerini yapmışlardır. Az-çok birbirine zıt hayat görüşünde insan yetiştirme söz konusu olmuş ve mektepli, medreseli ayrımı ortaya çıkmıştır. Sonra yüksek askeri okullar kendi liselerini (idadi) ve kendi ortaokullarını (rüşdiye) kurmuş olup; Bakanlıklar da kendi ihtiyaçlarını karşılamak üzere kendi okullarını kurmuşlardır.

Atatürk 1923 Şubatı’nda İzmir’de halkla yaptığı sohbet toplantılarında” medreselerin o zamanki durumundan bahsederek, medreseler ve evkaf konusunda yapılacaklara karşı çıkanların, bunu ne hak ve yetkiyle yaptıklarını soruyor ve şöyle diyordu: Milletimizin, memleketimizin Darülirfanları olmalıdır. Bütün memleket evladı kadın, erkek aynı surette oradan çıkmalıdır.”3 diyordu.

Muallime ve Muallimler Derneği’nin düzenlediği eğitim konferanslarından birinde eski Milli Eğitim Bakanlarından Hamdullah Suphi de haklı olarak “Ben bir tek maarif biliyorum; o da Devlet maarifidir… İstikamet bir, hedef bir, maişet ve terakki bir olmalıdır.”4 demiştir.

Öğretim Birliği

Atatürk, “büyük nutkunda 1923’leri anlatırken Cumhuriyet’in, ilanı, Hilafet’in ve Seriye Vekaleti’nin kaldırılması, medreselerin ve tekkelerin kapatılması v.s.. bazı hususların, cahil ve gericilerin bütün milleti kışkırtmalarına yer vermemek için programlara konmadığını, bu sorunları halletmek için münasip bir zamanı beklediğini anlatmıştır.”5.

1 Mart 1924’te TBMM açış konuşmasında öğretimin birleştirilmesi konusunun önemine değinmiş ve 3 Mart 1924 tarihinde TBMM Şer’iye ve Evkaf Vekaletlerini kaldıran yasayı kabul etmiş, Tevhid-i Tedrisat Yasası görüşülmeye başlanmıştır. Yasa tasarısını sunanlar, Tanzimattan beri süregelen, iki eğitim, değişik fikir ve duyguda iki insan problemini çözeceğini, eğitim sisteminin artık bir millet yetiştireceğini söylüyorlardı. Kabul edilen kanunun maddeleri ile eğitim-öğretim ve bu alanın gözetim ve denetimi devletin yani Milli Eğitim Bakanlığı’nın sorumluluğuna geçmiş oluyordu.

Yasanın uygulanması sırasında Milli Eğitim Bakanı olan Vasıf Bey’in verdiği demeçte olduğu gibi artık “Türkiye’de bir tek terbiye, bir tek mektep, bir tek tedris” vardı. Medreseler de dahil olmak üzere bütün mektepler maarife devredildi.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu