Alak orucu nedir?

Alak orucu nedir?
Oruç çeşitleri
Sekiz çeşit oruç vardır. Bunlar şunlardır:
1- Farz oruçlar: İki kısımdır. Birincisi, belli bir zamanda tutulan Ramazan-ı Şerîf orucu.
2- İkincisi, belli bir zamanda olmıyan kazâ ve keffâret oruçları.
3- Vâcib oruçlar: Bunlar da, mu’ayyen olur. Belli gün veya günler oruç tutmayı adamak gibi.
4- Gayrı mu’ayyen oruçlar: Herhangi bir gün veya birkaç gün oruç adamak gibi.


5- Sünnet olan oruçlar: Muharremin dokuzuncu ve onuncu günleri oruç tutmak gibi.
6- Müstehab oruçlar: Her Arabî ayın 13, 14 ve 15. günleri oruç tutmak gibi.
7- Harâm olan oruçlar: Ramazan bayramının birinci günü ve Kurban bayramının her dört günü oruç tutmak.
8- Mekrûh olan oruçlar: Muharremin yalnız onuncu günü, yalnız cumartesi günleri, Nevruz ve Mihrican günleri ve bütün sene, her gün oruç tutmak ve konuşmamak şartıyla oruç tutmak mekrûhtur.

Alak Suresi ve açılımı

Alak suresi, erken Mekke dönemine aittir,ayet sayısı 19’dur. Bu surenin ilk sure olup olmadığı noktasında tartışmalar vardır. Ayet bakımından ele alındığında bu surenin ilk beş ayeti tartışmasız olarak ilk vahiylerdir, ama daha sonraki ayetler, içeriklerinden de anlaşıldığı üzere, sureyi daha sonra tamamlamıştır. Sure olarak ele alındığında ise Fatiha suresi ilk tam olarak inen suredir.
Rabb’inin adıyla oku!
Buradaki ikra’ emri, ‘oku, telaffuz et, dile getir’ manalarına gelir. Telaffuz etmek, dile getirmek kavramları, yalnızca o anda yazılı olan veya hafızada bulunan bir şeyi -anlayarak ya da anlamadan- dil ile söylemeyi ifade eder; oysa “okumak”, bir dış kaynaktan, burada Kuran mesajından, alınan sözleri veya düşünceleri, yüksek sesle olsun olmasın, ama anlamak niyetiyle bilinçli olarak zihnine nakşetmeyi ifade eder. Efendimizin, hicretten önce 13. yılda, Ramazan ayının son on günü içerisinde bu hitaba muhatap olduğunu biliyoruz. Hayatının o döneminde, yalnızlık ona cazip geliyordu ve Hira Dağı mağarasında inzivaya çekiliyor, uzun tefekkür ve dualarla kendini ibadete veriyordu. Bir gece aniden vahiy meleği belirdi ve ona “Oku!” dedi. Muhammed(as), ilkin gerçek bir metni okumasının istendiğini zanneti- ki ümmi olduğu için bu talebi yerine getirmesi mümkün değildi. bu nedenle “ben okuyamam” dedi. Bunun üzerine, kendi sözleriyle; “melek beni yakaladı ve kendine çekti, öyle ki bütün gücüm kaybolup gitti; sonra beni bıraktı ve “Oku!” dedi. Ben “okuyamam” dedim, sonra beni yeniden yakaladı ve kendine çekti; sonra beni bıraktı ve dedi: “oku!”. Ben tekrar cevap verdim: “okuyamam…”, sonra beni üçüncü defa yakaladı ve kendine çekti ve tekrar bıraktı ve dedi: ” Oku, yaratan Rabbinin adına. O, insanı alaktan yarattı…”. Böylece Muhammed (as), (bu vahiy vasıtasıyla) ani bir aydınlanmayla, “okumaya”, yani Allah’ın insana mesajını almaya ve anlamaya ve anlatmaya çağrıldığını farketti. Yani, gerçi sen bu zamana kadar okumadın (hem yazılı bir metni okumak manasına, hem de insanları hakla uyarmak, hikmet manasına), “sen Kuran’dan önce bir kitap okumuyordun.” (Ankebut-48), “sen önceleri kitap nedir, iman nedir bilmezdin.” (Şura, 52). Fakat, işte yaratmak denen işin sahibi olup kainatı ve seni yaratan, yetiştiren, seni kudretiyle “okur” yaptı, bir vahiy indirdi; sen de anla ve anlat, oku ve okut, Rabbinin adıyla, Rabbinin adına, O’nun için.
O, insanı alak’tan yaratandır.
Alak, aleka’nın çoğuludur. Lügatte, yapışıp ilişmek manasındadır, ve mutlak şekilde yapışkan nesneye de denir. Bu yüzden, her türlü kana, özellikle uyuşuk, pıhtılaşmış kana ve rahimdeki tutuğa alak denmiştir. Yapışkanlığından dolayı sülük ve kuyu makarasına ve ipine de alek denir. Dikkat edilirse, bu manalarının bizde uyandırdığı his biraz tiksinti, biraz rahatsız edici. İlk Kuran vahyinin, insanın alak’tan yaratıldığına dikkat çekmesi, insanın biyolojik kökeninin ilkelliği ve basitliği ile zihni ve ruhi potansiyelinin zıtlığını vurgulamıştır: hayatın yaratılışının gerisinde bulunan bilinçli bir planın ve amacın varlığına işeret eden zıtlık; çünkü ruhani ve manevi olarak alak, aşk ve sevgi manasında da lügatlerde geçmektedir İşte bu şekliyle deniyor ki; insani biz en aşağılık şeyden, görmeyi bile istemediğiniz, çok basit ve değersiz bir şeyden yarattık, ve “oku” dedik, onu “okuttuk”, (ileride geleceği gibi) “kalemi kullanmayı” öğrettik.
Oku, Rabb’in sonsuz kerem sahibidir, kalemi kullanmayı öğretendir, insana bilmediğini belleten.
Burada, “oku” emri tekrarlanıyor, bu hem öneminden, hem sonraki ayetlerle ilişkisinden, hem de diğer insanlara aktarmayı, “oku”mayı vurgulamak açısından olabilir. Oku, çünkü Rabb’in çok cömert, cömertliğinin sınırı olmayan, lütuf sahibi, sebepli ya da sebepsiz, karşılıklı ya da karşılıksız, alışılmış ya da alışılmamış cömertlik, yardım ve nimet sahibidir. O kadar ki, insanı bir alaktan, hakir bir başlangıçla yaratmasına rağmen, ona ilim vererek, “oku”masını öğreterek, kalemi kullanmasını, bilmediklerini belleterek mahlukatın en yüksek seviyesine çıkartmıştır. “Kalem”, burada, yazma sanatının veya daha özelde, yazı yoluyla kaydedilen bütün bilgilerin sembolü olarak kullanılmıştır: ve bu 1. ve 3. ayetlerin başlarındaki “oku!” çağrılarının da içini doldurmaktadır. Allah (cc), kalemi öğretmekle, insanın, düşüncelerini, tecrübelerini ve kavrayışlarını , yazılı kayıtlar aracılığıyla bireyden bireye, kuşaktan kuşağa ve bir kültür çevresinden diğerine aktarması yeteneğini vermiş oluyor ve bu sayede insan bilgisinin toplamına bir birikim karakteri kazandırılabiliyor. Ve yine Allah vergisi yetenek sayesinde her birey, insanlığın kesintisiz bilgi birikiminden şu veya bu yolla yararlandığından, burada, tek tek bireylerin kendi başlarına bilmedikleri, ve aslında bilemeyecekleri, şeylerin Allah tarafından insana öğretildiği kaydedilmiştir. Eğer “kalem kullanma”yı insan bilmeseydi, daha doğrusu Allah(cc) öğretmeseydi, bilmediklerini belletmeseydi, insan “insan” olmazdı. Yani, insan aslında ilimsizdir,ancak Allah’ın ihsanı sayesinde onda ilim hasıl olmuştur. Hem 4. hem 5. ayette olmak üzere, insanın, kendisini aşağılık bir biyolojik varlık olarak yaratan ve ona bilgi elde etme iradesi ve yeteneği veren Allah’a kesinkes bağlılığını iki kez vurgulaması, hemen sonraki üç ayette hikmetini açığa vuruyor. Allah’ın insana bilmediğini belletmesi, ayrıca, aynı zamanda, O’nun yalnızca beşeri tecrübe ve akıl ile oluşturulamayan ruhi hakikatleri, manevi/ahlaki ilkeleri ve ölçüleri peygamberler aracılığıyla vahyetmesini de göstermektedir: böylece, ilahi vahiy olgusunun da en geniş manada çerçevesi çizilmiş oluyor.
Hayır, muhakkak ki (gerçek şu ki) insan fütursuzca azar, kendini yeterli görünce. Oysa, sonunda dönüş, elbette, Rabbinedir.
Surenin buradan itibaren olan kısmının epeyce zaman sonra indiği anlaşılıyor. Rivayetlere göre, iniş sebebi Ebu Cehil’in takındığı tavırlardır. “Eğer Muhammed’i Kabe’de namaz kılarken görürsem, boynunu çiğnerim.” demişti. Bu sebeple, buradaki “kella” ile sakındırma ona ait olmakla beraber, azgın, haddini aşan, sınırlarını bilmeyen her insan içindir. Bu şekliyle, önceki ayetlerle değil de, Ebu Cehil’le ilişkilenmiş bulunduğu için, buradaki “kella”nın yasaklamak, tehdit için değil, pekiştirmek ve bir gerçeği vurgulamak için kullanıldığını da eklemişlerdir. Allah’ın ilk ayetlerde bahsettiği keremine rağmen, lütuflarına rağmen ve insanın aslında ona ne kadar muhtaç olduğunu vurgulamasına rağmen, gerçek şu ki, insan cahilliğinden dolayı, azcık eline güç geçince, kendini zengin görünce azar, kendini istiğna eder, ihtiyaçsız sayar. Yukarda bu muhtaç olma gerçeğine iki defa vurgu bu yüzdendir. Dönüşün Rabb’e olması, iki anlamda kullanılmıştır: “herkes mutlaka hesap için Allah’ın huzuruna getirilecektir” ve ” var olan her şey asıl kaynağı olan Allah’a geri dönecektir.” Nihai analizde, 6-8. ayetlerde ifade edilen düşünce, insanın kendine yeterli olduğu ve dolayısıyla “kendi kaderinin efendisi olduğu şeklindeki küstahça düşünceyi reddeder; ayrıca bütün ahlaki kavramların -iyi ile kötü, doğru- ile yanlış arasındaki ayrım ölçülerinin- insanın Allah’a karşı sorumluluğu kavramı ile kopmaz şekilde bağlı olduğuna işaret eder.
Gördün mü şu engellemeye kalkışanı, bir kulu namazdan?
“Hiç düşündün mü, Allah’ın bir kulunu namaz kıldığı zaman yasaklayanı”: müminleri ibadetten fiilen engelleme teşebbüsüne işaret vardır burada. Yukarda da geçtiği şekliyle, bu ayetlerin, Ebu Cehil’in peygamberimizi kamuya açık alanda ibadetten menetmesi hakkında indiği rivayet edilmiştir. Bu böyledir, ancak bu pasajın manası ve muhtevası, Kuranın tamamında olduğu gibi, aslında herhangi bir tarihsel olayın veya durumun çok ötesine uzanmaktadır; her dönemde (hele yaşadığımız şu zamanda, Türkiye’de, Tunus’ta ve birçok yerde, her yerde), (“namaz” kavramında sembolize edilen) dinin sosyal hayatı şekillendirme fonksiyonuna karşı koyma teşebbüslerinin tümü için geçerlidir (ve bu şekliyle bizim için ne kadar da manidardır). Burada namazdan bahsedildiği için kimileri bu kısmın çok sonra, hatta Medine’de indiğini iddia etmişleridir, ama biliniyor ki, Peygamber ve müslümanlar, şu haliyle olmasa da, Mekke dönemi boyunca namaz kıla geldiler, dikkat edilmelidir ki burada, şu haliyle farz olan bir namaz açıkça kastedilmemektedir, ve Mekke’de namaz tarihen sabittir.
Baksana (söyle bakalım), ya o hidayet üzere ise, yahut takvayı emrediyorsa?
Burada, Arapça metinde zamirler kullanıldığı için, değişik manalar çıkma ihtimali vardır. Hitabın o azgın kimseye yapıldığı ve zamirin peygambere ait olduğu düşünülürse, “Düşünsene, ey namaz kılanı (dinini yaşamak isteyeni, başını örtmek isteyeni) alıkoyan insan! Eğer o kul doğru yol üzere ise, seni de doğru yola çağırıyorsa, Allah’a karşı sorumluluk bilinci içerisinde ise ve insanları da buna davet ediyorsa bu kötü mü? Sen kendini ne sanıyorsun, ve onun seni dinleyeceğini mi sanıyorsun?” anlamı çıkarken, hitabın peygambere ve zamirin azgın insana ait olduğu düşünülürse, “Ey o okumakla emredilip de, namaz kılan (teslim olan, müslüman olan, müslümanca yaşamak isteyen) kul! O alıkoyan insanı gördün bak, onu bir düşün; eğer o azgınlık etmeseydi, Allah’a teslim olsaydı, seni alıkoyacağına Allah’tan ittika etseydi ne iyi olurdu. O hala Allah’ın kendini görüyor olduğunu idrak etmedi değil mi?”. Yine aynı bakış açısıyla şu ayetler de açıklanmış oluyor:
Baksana, (hiç düşündün mü), onun hakikati yalanla(ma)yabileceğini, ve sırtını dön(mey)ebileceğini? O bilmez mi ki Allah (her şeyi) görür?
Peygambere hitap olduğunda, “sen doğruyu söylediğin, hakka davet ettiğin halde, o alıkoyan azgın yalanlar haktan yüz çevirir ve tersine giderse ne kadar kötü olur, Allah’ın her şeyi mutlaka gördüğünü bilmez mi?”, azgın kişiye hitap olduğunda, “baksana, ey alıkoyan, haddini bilmez kişi! O kul seni dinleyip de haktan yüz çevirirse, tersine hareket etse ve yalanlarsa iyi mi olur? o, Allah’ın her şeyi gördüğünü bilmez mi?”. Sonuçta hangi şekilde olursa olsun, tehdit azgın, alıkoyan insanadır ve her durumda kaybeden, cezalandırılacak olan odur.
Hayır, o azgın vazgeçmezse, onu alnından tutup sürükleriz, yalancı ve isyankar alnından.
Buradaki “kella”, azgının yukarıdaki tutumunu reddetmek, ve gerçeğin onun zannettiği gibi olmadığını vurgulamak ve sonraki ayete dikkati çekmek içindir. “Yemin ederim ki, celalim hakkı için, eğer o azgın kendini mustağni görmekten, müslümanca yaşamayı yasaklamaktan vazgeçmezse, akıllanmazsa perçeminden tutup sürükleriz.” Bu deyim, yapılan işin (sürükleme) şiddetini ve kaçınılmazlığını ve aşağılayıcılığını vurgulamak için kullanılmıştır.
O vakit o taraftarlarını çağırsın. Biz de zebanileri çağıracağız.
Kıyamet gününde, o azgın şimdi güvendiği, destek aldığı güçlerini çağırsın. Ya da, isyan etmesine neden olan, tavsiyelerini dinlediği o küstah aklını ve nefsini, kibrini çağırsın bakalım. Biz de azap güçlerimizi çağıracağız, onu cehenneme sokacağız.
Sakın, ona itaat etme, ve secde et ve yakınlaş.
Sakındırma üzerine sakındırmayla, kendini üstün gören, müslümanca yaşamana engel olmak isteyen o adamı, o ideolojiyi, o sistemi takmamayı, o sisteme itaat etmemeyi ve kulak vermemeyi emrediyor Allah Teala. Sebat et, sabret ve secdeyle Rabbini hisset, O’nun yardımını, yanında olduğunu unutma. Ve, Rabbine yakınlaş, O’na yönel, zalimleri Allah’a havale et, ve O’ndan aldığın güçle teslim olma. Nihayet en son dönüş O’nadır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu